Bu ülkede bazı kelimeler var ki, anlamını çoktan yitirdi.
Bir zamanlar yürekle söylenen, inançla savunulan kavramlar bugün birer siyasi slogan haline geldi: Atatürk ve din.
Ne zaman ekonomi zora girse, ne zaman halkın sabrı taşsa, sahneye aynı iki isim çıkıyor.
Bir yanda “Atatürk düşmanlarıyla mücadele ediyoruz” diyenler,
diğer yanda “din elden gidiyor” naraları atanlar.
Sanki ülkenin bütün dertleri bu iki cümleyle çözülecekmiş gibi.
Ama gelin görün ki, her iki taraf da aynı hatayı yapıyor:
Atatürk’ü de dini de araç haline getiriyor.
Oysa ikisi de bu milletin en kutsal ortak değeri.
Biri bu ülkenin özgürlük ve akıl mücadelesinin sembolü,
diğeri vicdanın ve maneviyatın temeli.
Peki ne yapıyoruz?
Bunları birbirine karşıymış gibi sunuyoruz.
Bir taraf “Atatürkçü” olmayı “dindar olmamak”la eşitliyor,
öteki “dindarlığı” Atatürk düşmanlığıyla karıştırıyor.
Gerçek bir facia.
Atatürk’ün en net sözüyle başlayalım:
“Din, bir vicdan meselesidir.”
Yani devletin değil, siyasetin değil, bireyin işidir.
Ama bugün bakıyoruz, herkesin vicdanı kürsülerden yönetiliyor.
Parti mitinglerinde iman tazeliyoruz,
resmî törenlerde Atatürk’ü hatırlıyoruz,
ama hayatın içinde ne inanç kalıyor, ne fikir, ne de ahlak.
Bir bakıyorsun, biri “Atatürk’ün askerleriyiz!” diye bağırıyor;
ertesi gün çıkar ilişkilerinin önünde selam duruyor.
Öbürü “Biz Allah’tan korkarız!” diyor;
ama kul hakkını çiğnemekte zerre tereddüt etmiyor.
Ne akıl kalıyor ortada, ne vicdan.
Yani Atatürk’ün de dinin de özü buharlaşıyor,
yerine gösteriş, korku, hamaset ve sahte dindarlık yerleşiyor.
Siyasetçiler yıllardır aynı oyunu oynuyor.
Bir taraf laikliği sopa gibi sallıyor,
diğer taraf dini kalkan gibi tutuyor.
Ve ilginçtir, milletin sırtına vurdukları sopa da, önüne tuttukları kalkan da hep aynı.
Amaç belli: Gerçek sorunları konuşmamak.
Ekonomi çökmüş, eğitim yerle bir olmuş, adaletin terazisi bozulmuş…
Umurlarında değil.
Onlar için yeter ki gündem değişsin.
Bir “Atatürk tartışması”, bir “din polemiği” aç,
ve ülke günlerce aynı kısır döngüde dönsün.
Yıllardır aynı film, sadece oyuncular değişiyor.
Oysa bu millet ne yobaz ne de Atatürk düşmanı.
Bu halkın büyük kısmı, hem sabah namazına giderken ezanı dinler,
hem 10 Kasım’da saygı duruşunda gözleri dolar.
Çünkü bilir: Atatürk de, din de bu toprakların gerçeğidir.
Biri olmadan öteki eksik kalır.
Ama siz bu iki değeri birleştirmek yerine, birbirine karşı konumlandırıyorsunuz.
Sırf birkaç oy uğruna, milletin ortak paydasını parçalayıp duruyorsunuz.
Atatürk’ü gerçekten anlamak isteyen, onun “fikri hür, vicdanı hür” dediği gençliği yetiştirir.
Dini gerçekten yaşamak isteyen, gösterişsiz, riyasız bir yaşam sürer.
Ama siz ne yapıyorsunuz?
Atatürk’ü oy için, dini ekran reytingi için kullanıyorsunuz.
Televizyonlarda Atatürk’ü anarken gözyaşı döküp,
kulislerde çıkar pazarlığı yapıyorsunuz.
Cami açılışlarında dua ederken bile kameraya poz veriyorsunuz.
Sizin için her şey bir “gösteri.”
Bir tiyatro sahnesinde oynuyorsunuz — ama sahte alkışların bir gün kesileceğini unutuyorsunuz.
Artık yeter.
Bu millet sizin ağzınızdan değil, vicdanınızdan duymak istiyor samimiyeti.
Atatürk’ü de, dini de sizden öğrenecek değiliz.
Gerçek inanç, mikrofonla değil; ahlakla yaşanır.
Gerçek Atatürkçülük, sloganla değil; emekle, adaletle, üretimle olur.
Siz hâlâ anlamadınız mı?
Atatürk’ü ve dini ağzınızdan düşürmüyorsunuz ama ikisini de hayatınıza hiç dokundurmuyorsunuz.
İşte asıl ikiyüzlülük bu!
Yorumlar
Kalan Karakter: