Cumhuriyet’in yüz ikinci yılına, bir kez daha gururla ulaştık.
Her 29 Ekim’de, meydanları kırmızıya boyayan bayraklarımız;
marşlarla yankılanan sokaklarımız, yalnızca bir kutlamanın değil,
bir milletin küllerinden yeniden doğuşunun sembolüdür.
Ama o kutlamaların ardında, çoğu zaman sessiz kalan bir gerçek vardır:
Bu Cumhuriyet, daha çocuk yaşta vatan uğruna toprağa düşenlerin omuzlarında yükseldi.
O sessiz kahramanlardan biri, belki de en dokunaklısı Erzurum Lisesi’dir.
1915 yılında, okulun kapısında kara tahtaya tebeşirle şu cümle yazılıydı:
“Bu yıl mezun veremedik, çünkü bütün öğrenciler cephede…”
Henüz on dört, on beş yaşındaki o gencecik yürekler;
kalemlerini bırakıp tüfek kuşandılar.
Bir zamanlar sınıf sıralarında tarih ezberleyen çocuklar,
Çanakkale’de tarihin kendisi oldular.
Erzurum’un soğuk sabahlarından yola çıkıp,
Çanakkale’nin kızıl toprağına vardıklarında kim bilir ne düşünmüşlerdi?
Belki, “Dönünce okula devam ederiz,” demişlerdi birbirlerine…
Ama dönemediler.
Çünkü onlar, geri dönmenin değil; bir milletin var olmasının destanını yazdılar.
Erzurum Lisesi, o yıldan sonra uzun süre mezun veremedi.
Okulun kapısında asılı kalan o yazı,
bir ulusun fedakârlık manifestosuna dönüştü.
Cumhuriyet’in temelleri; işte o sessiz kahramanların kanıyla, umuduyla ve adanmışlığıyla atıldı.
Ama o sessiz kahramanların ardından, bir lider çıktı sahneye…
O lider, milletinin küllerinden yeniden doğabileceğine yürekten inanan bir komutandı.
Gözlerini cepheden hiç ayırmadan;
bir gün çocukların yeniden okula dönebileceği bir ülke hayal etti.
O, yalnızca savaş meydanlarında değil;
fikirleriyle, kararlılığıyla, vizyonuyla da bir milleti ayağa kaldırdı.
Adı Mustafa Kemal Atatürk’tü —
ve o, bir ulusun kaderini değiştiren cesaretin, aklın, umudun
ve her yeni güneşle doğan özgürlüğün adıdır.
Atatürk, Cumhuriyet’i yalnızca bir yönetim biçimi olarak değil;
“fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesillerin mirası olarak tasarladı.
Onun en büyük zaferi, bir ülkeyi düşmandan kurtarmak değil;
o ülkenin insanına özgürce düşünmeyi öğretmekti.
Bugün biz, her 29 Ekim sabahı bayrağımızı göğe çekerken,
aslında onun o sarsılmaz inancını selamlıyoruz.
Çünkü Atatürk’ün en büyük eseri, yalnız geçmişte değil;
her yeni gün, Cumhuriyet’i koruma azminde yaşayan bizleriz.
Bugün Cumhuriyet’i kutlarken;
sadece bir yönetim biçimini değil, o çocukların hayalini;
bir ulusun yeniden ayağa kalkma iradesini kutluyoruz.
Cumhuriyet, Erzurum’un karında yürüyen o çocukların;
Çanakkale’de şehit düşen o delikanlıların bize bıraktığı emanettir.
Ve bu emanet, ancak biz onu korudukça, biz onu yaşattıkça sonsuza dek var olacaktır.
O yüzden, 29 Ekim sabahı bayrağımızı gururla göğe çekerken,
bir an durup şunu hatırlayalım:
Belki de o bayrağın dalgalanışında,
on dört yaşında bir Erzurumlu öğrencinin gülümsemesi vardır…
Yorumlar
Kalan Karakter: