Bir İzmirli olarak tarifsiz bir acı içindeyim. Yüreğim kan ağlıyor. Memleketimin her bir köşesi cayır cayır yanarken, size ne anlatabilirim, ne yazabilirim bilemiyorum. Bu yaz mevsimi, sadece sıcak değil, aynı zamanda yürek dağlayan yangınlarla da geldi. Elbette geçmiş yıllarda da orman yangınları yaşadık ama son iki yıldır yaşadıklarımızın boyutu, zamanı ve etkisi bambaşka bir çığırda. Bir yerde yangın çıkıyor, ardından kilometrelerce ötede başka bir yangın başlıyor. Sanki domino taşları gibi... Birbirinden bağımsız gibi görünen ama bir bütün gibi aynı anda patlayan yangınlar zinciri.
Bu yaşananların sebeplerini, çıkış nedenlerini anlamak, algılamak gerçekten çok zor. Her yangın haberi geldiğinde içim yanıyor, içimden bir parça daha eksiliyor. Daha da acısı, evlerimizde oturup televizyon karşısında bu olayları neredeyse bir dizi gibi izler hale geldik. Savaş görüntülerinin yanına yangın görüntüleri eklendi. Ve ne yazık ki bu görüntülere alıştık. Sanki olması gereken doğal bir şeymiş gibi yadırgamaz olduk.
Medya kanallarında, sosyal medyada, her yerde uzmanların söyleşilerini, analizlerini izliyoruz. Saatlerce konuşuluyor, yazılıyor, çiziliyor ama değişen hiçbir şey yok. Geçen sene Yamanlar’daki yangınla başlayan ve bu yıl İzmir’in el değmemiş ormanlarını saran yangınlar artık dayanılmaz bir hal aldı. Bu yangınların sorumluları bulunsa bile, gözaltılar, cezalar yaşanan kayıpları geri getirmiyor. Ormanda yaşayan onca canlının yanarak yok olması, köylerin, yerleşim yerlerinin kül olması, hayvanların telef olması ve insanların hayatlarının sıfırlanması... Bu felaketin bilançosu çok ağır.
Keşke bu yangınlarla mücadele eden kurumlarımız daha donanımlı, personel sayısı daha fazla olsaydı da bu kadar büyümeden müdahale edilebilseydi. Teknoloji çağındayız. Tanklar, köprüler, gökdelenler, hatta uydular yapabiliyoruz. Ama konu ormanlarımızı korumaya geldiğinde aynı kararlılığı, aynı teknolojik gücü kullanamıyoruz. Bu işte bir terslik yok mu?
Sosyal medyada bazı iddialar var, kimisi komplo teorisi gibi görülse de gerçeklik payı olanlar da az değil. Eğer bunların bir kısmı bile doğruysa, kendi memleketimize, kendi doğamıza ihanet ediyoruz demektir. İzmir ve çevresi özellikle mi hedef alınıyor diye düşünmeden edemiyor insan. Gaziemir’den başlayıp Menderes, Seferihisar, Gümüldür, Ürkmez’e uzanan yangın zinciri; ardından Çeşme’de makilik alanda başlayıp yerleşim yerlerine kadar ulaşan yangınlar... Daha bu kontrol altına alınamadan Ödemiş’ten gelen haber... Öncesinde ise Çiğli, Menemen, Aliağa… Artık takip edemez olduk. Her gün başka bir ilçeden yeni bir yangın haberi geliyor.
Bu durum bana tarih kitaplarında anlatılan Yunan işgali döneminde İzmir’in ateşe verilmesini hatırlatıyor. O zaman düşman belliydi. Şimdi ise düşmana gerek kalmadı; kendi ellerimizle yakıyor, kendi ellerimizle yok ediyoruz.
Siyasetin hangi kanalında, hangi perde arkasında neler dönüyor bilmiyorum. Mecliste tartışılan iklim yasaları, alınan ya da alınmayan önlemler hakkında çeşitli şeyler söyleniyor. Ama ortada çok net bir gerçek var: Bu bilanço çok ağır. Yangınlar dindikten sonra ortaya çıkacak maddi ve manevi zarar tarifsiz olacak.
Bir ağaç kolay büyümüyor. Sabır, emek ve zaman istiyor. Biz ise gözümüzün önünde koskoca ormanları, içinde yaşayan canlılarla birlikte kül ediyoruz. Milli servetimiz, oksijen kaynağımız, çocuklarımıza bırakacağımız en kıymetli miraslarımız yanıp gidiyor. Sorarım size, kimi nasıl teselli edeceğiz? Gelecek nesillere bırakacak bir şey kalacak mı?
Yangınsız, acısız, sağduyulu günler diliyorum hepimize.
Bu kadar acının yanında, yaşanan güzelliklerin de gölgelenmemesi dileğiyle… İzmir’in köklü spor kulüplerinden biri olan Göztepe Spor Kulübü’nün 100. yılını kutlarım. Tüm taraftarlarına nice 100 yıllar diler, kutlamaların sevgi ve saygı çerçevesinde, sağduyulu bir şekilde geçmesini temenni ederim. Güzel günlere…
Yorumlar
Kalan Karakter: