Bir İzmirli olarak, bu güzel şehirde yaşamanın zorluklarını birebir yaşayan biri olarak artık içimde tutamadıklarımı yazmak istiyorum. Çünkü gündem her ne olursa olsun, dönüp dolaşıp hep aynı yere geliyoruz: çözümsüzlüğe.
Geçtiğimiz Mayıs ayında başladığım yazı dizisinin ilk konusunu İzmir’deki ulaşım sorunlarına ayırmıştım. Ne yazık ki, aradan geçen zamana rağmen, bırakın çözümü, sorun daha da derinleşti. Biz İzmir’de yaşayanlar, akan zamanın içinde neredeyse bu aksaklıklarla yaşamaya alışmak zorunda bırakıldık.
Ulaşım sorunu bir yana, son dönemde grevlerle birlikte sistem tamamen kilitlendi. Zaten aksayan hizmetler, bu yaz sıcaklarında neredeyse durma noktasına geldi. Üstelik bu yıl mevsim normallerinin çok üzerinde bir sıcak yaşıyoruz. Şehrin dört bir yanında oluşan çöp yığınları artık sadece görüntü kirliliği değil, halk sağlığını tehdit eden bir boyuta ulaştı.
Covid kâbusunu daha yeni atlatmışken, şimdi de her gün başka bir virüs, başka bir haşere tehdidiyle yaşamaya çalışıyoruz. Sinekler, keneler, bakteriler… Sağlığımız adeta göz göre göre riske atılıyor. Ve en kötüsü de şu: Kimsenin umurunda değilmiş gibi hissediyoruz.
Yetmiyor. Çünkü bu şehirde sorunlar asla tek başına gelmiyor. Yerel yönetimlerdeki krizler, zincirin halkaları gibi birbirini takip ediyor. Beklediğimiz hizmetler bir yana, her gün yeni bir yolsuzluk iddiası, yeni bir adli soruşturma gündeme geliyor. Biz susuyoruz, sabrediyoruz ama artık yeter!
İzmirli olarak hak ettiğimiz hizmeti göremiyoruz. Şikâyetlerimiz çığ gibi büyüyor. Öyle ki artık bu şikâyetleri nereye, kime ileteceğimizi bile bilemiyoruz. CİMER’e yazıyoruz, belediyeye bildiriyoruz, sosyal medyada paylaşıyoruz… Ama sonuç hep aynı: Bir yerde tıkanıyor. Sorunlar dönüp dolaşıp başladığı yere geri geliyor. Tıpkı bir kâbus gibi.
Ben diğer illeri bilemem ama biz İzmirliler gerçekten sabırlı insanlarmışız. Ama bu sabır artık tükenmek üzere. Bu yazdıklarımın bir siyasi polemik gibi algılanmasını istemem. Bu bir haykırıştır! Artık silkelenmemiz gerekiyor. Çünkü toplumlar hak ettikleri şekilde yönetilir derler. Ama biz bunu mu hak ediyoruz? Eğer değiştirme gücü elimizdeyse, neden hala aynı hataları yapıyoruz?
Her seçim döneminde göz boyayan vaatlerle dolup taşan söylemler, seçim sonrası koca bir hayal kırıklığına dönüşüyor. Ve biz hâlâ aynı isimleri başa getirmeye devam ediyoruz. Çünkü İzmir hep “CHP’nin kalesi” olarak anılıyor. Ama unutulmasın: Her kale bir gün yıkılır. Sabır da bir yere kadar. Bugün görmezden geldikleriniz, yarın karşınıza daha büyük bir öfkeyle çıkabilir.
Buradan elinde yetki olanlara sesleniyorum: Adil olun. Halk için çalışın. Görevinizi layıkıyla yapın. Bu halkın daha fazla sabrını tüketmeyin!
Artık kaldırıma adım attığımızda yolun ortasından fışkıran otlarla boğuşmak istemiyoruz. Gözümüzü yoran, burnumuzu yakan çöplerin içinde yaşamak istemiyoruz. Toplu taşımada eziyet çekmek, İZBAN ve metroda dakikalarca beklemek, sıcaklarda nefes alamamak istemiyoruz.
Parklarımız bakımsız, çocuklarımız oyun oynayacak alan bulamıyor. Temizlik yok, düzen yok, huzur yok. Saymakla bitmeyecek kadar çok eksik var. Ve inanın bu satırları okuyan herkes bunları zaten yaşıyor, biliyor.
Bir zamanlar “İzmir yaşanacak şehir” derdik. Şimdi ise eziyet şehri oldu. Yazık oldu İzmir’e…
Son sözüm şudur:
Ben bir İzmirli olarak, hakkımız olan hizmeti istiyorum. Belediyelerden yükselen yolsuzluk haberlerini duymak, içimi acıtıyor. “Gerçek olamaz” diyorum ama sonra içimden bir ses fısıldıyor: “Ya gerçekse?” O zaman sadece halkın değil, yetimin, öksüzün, şehidin hakkı da gasp edilmiş olmuyor mu?
Bunu kabullenemiyorum. Ve açıkça söylüyorum: İzmir, İzmir olalı böyle bir ihmal, böyle bir çirkinlik görmedi.
Daha temiz, daha adil, daha huzurlu yarınlarda buluşmak dileğiyle…
Sabreden, ama artık susmayan bir İzmirli.
Yorumlar
Kalan Karakter: