Demokrasi ile yönetilen ülkelerde, milletin seçme iradesi ile oluşan mecliste, millet adına karar vermesi, sorunlara çözüm bulması istenen İktidar ile muhalefet arasında ki olağan ilişkiler iletişim güç gösterisine dönüştü. İktidarın yargı eliyle sergilediği uygulamalarına "düşman hukukuna dönüştü" izlenimini veriyor demekte artık olağan sayılıyor.
Demokrasilerde, güçler ayrılığı ilkesinin yok edilmesinin toplumsal barış ve milli güvenlik açısından ne kadar tehlikeli olduğunu, geçmiş yıllardan, toplum olarak yaşadığımız sorun ve acılardan biliyoruz. Bunları tekrar tekrar yazmak çözüm üretmiyor ama unutmak çözümsüzlüğü krizi derinleştiriyor. Bu da, hem demokrasiyi aşındırıyor hem seçmen arasında iradesinin yok sayıldığı düşüncesinin yayılmasına neden oluyor. Aile, akraba içinde farklı siyasal görüşe sahip, farklı görüşleri temsil eden partilere oy veren, ama aile akraba olmanın hoş görüsü ile yanyana aynı çatı altında yaşayanlar bile birbirine kuşku ile bakar duruma geliyorsa, bunun nedeni iktidar ve muhalefet ilişkilerinin giderek düşman hukuku ve söylemleri olduğunu görmek gerekiyor.
Yerel seçimlerden birinci parti olarak çıkan CHP’ye yargı ile baskı dozu giderken artarken, yerel seçimde göreve gelen belediye başkanlarını çalıştırmama, hizmet edememe durumuna getiren uygulamalar da, seçmeni yeni arayışlara itiyor. "Ben niye seçmenim, neye oy verdim" sorularına neden oluyor. iktidara irademe saygı duy mesajları artarak devam ediyor.
Tartışmalı yargı süreçleriyle, operasyon dalgaları, İstanbul, Adana, Antalya, Adıyaman gibi kentler ve çok sayıda ilçe de CHP’li belediye başkanlarına yönelik gözaltı, tutuklama haberleri hız kesmiyor. Özellikle, olası bir seçimde, aday olup olamayacağı tartışılan, Anayasa'ya göre aday olamayacak Cumhurbaşkanı Erdoğan veya onun göstereceği ismin karşısında aday olursa, kamu oyu anketlerine, sokaktaki seslere göre "kazanır" görünen Ekrem İmamoğlu'na yargı engeli gündem de iken, İmamoğlu kadar şanslı görünen Mansur Yavaş'in da bir yargı kıskacına alınma hamleleri de bu düşman hukuku uygulamalarının devam edeceğini gösteriyor.
Bu görüşü güçlendiren verilerden biri de, CHP içinde bölünme yaratmak için iktidar tarafından her tuşa basılması. Özellikle yerel ve genel seçimde CHP'den istediğini alamayan eski yeni siyasetçilerin yerel yöneticilerin ve seçilmiş yerel yöneticilerin iktidar partisine geçişini seçmen hayret ve dikkatle izliyor. Basına yönelik baskı muhalif görüşleri susturma aracı haline geliyor, susmayan gazeteciler gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, bazı ekranlara karartma cezası kesiliyor. Toplum, bu uygulamaları, " ben iktidarım, ben yaptım, oldu, eleştiremezsin, muhalefet edemezsin!" diye okuyor değerlendiriyor. Sanırım, iktidar bunu görmek istemiyor mu? Yıllardır sessiz çoğunluk olan "yaşadıklarına rağmen, çaresizlik ve kabul edilmişlik" kabuğunu kıran seçmeni yok mu sayıyor diye düşünulmesini mi istiyor? Bilmiyorum ama bunlar, sokakta işyerlerinde evlerde cevabı aranan soru işaretleri olarak artarak gündemde ki yerini koruyor.
İktidar, seçmenin çaresiz olmadığını anlamak zorunda. Seçmen artık, “Böyle gelmiş, böyle gitmez” derken, muhalefete de "Çözümün ne?" diye soruyor. Toplum, “Ölümü gösterip sıtmaya razı ederiz” diyen, seçmeni sadece oy deposu olarak gören siyaset kurumlarına siyasetcilere, özellikle partisini terk edip iktidara koşanlara bir mesaj veriyor; "Millet iradesi, Cumhuriyet, demokrasi, laik, hukuk devletinden, akıl, bilim, etik değerler ve liyakatten yana ve siyaseti yeniden şekillendirecek kadar büyük güce sahiptir"
Aslında, yanlışa karşı durmak, başkaldırıp, direndikçe yaşamın anlam kazanıp, yaşamaya değer olduğunu bireysel hayatında bilen, 7 den 70 e, her insan, bugün içinde bulunduğumuz koşullar için söz söylemesi gerektiği bilincinde. Ne bir insan, ne bir topluluk, ne de bir toplum, demokrasilerde "ben yaptım oldu ya" karşı sessiz kalmanın çözüm olmadığını biliyor. Bunu da, Anayasa güvencesin de, demokrasinin verdiği hakla göstermek için "Sessiz kal birey olarak yaşa" değil, "Sese ses ol ülke olarak toplum olarak dost kardeş olarak barış içinde eşit koşullarda yaşayalım" diyor. İktidarın bunu bir başkaldırı olarak değil demokratik hak arama olarak görüp değerlendirmesi gerekiyor.
(Tuna BÜYÜKŞAHİN)
Yorumlar
Kalan Karakter: