AKP iktidarda 23. yılında. Cumhur İttifakı olarak iktidarı ağırlıklı olarak MHP ile paylaşmaya başladığının ise 7. yılında. 23 yıldır ülke siyasetinin merkezine AKP'nin oturduğu bu süreçte, AKP ve MHP'nin, Başkanlık/Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi adını verdikleri bu rejim, ikili ortaklıklarına meclise girme şansı olmayan bazı partilerin genel başkanlarını da meclise taşıyarak ayakta kaldı.
Zaman zaman Erdoğan ve Bahçeli arasında özellikle AKP ve MHP tabanında sarsıntılara neden olan görüş ayrılıkları karşılıklı tavizlerle giderildi. Bu giderilmenin, İttifak içinde krize dönüşmesine izin vermeyen ise iki liderin özel görüşmeleri oldu. İki parti arasında ki tavizlerin yanısıra, AKP kanadında Erdoğan imzalı kararlar, uygulamalar, MHP kanadında da, parti kurmaylarının "Bahçeli susun" dedi, uyarılarınin etkili olduğu bir gerçek. Dış politika, içerde ekonomi, eğitim sorunları, AKP ve MHP'li belediyelerin "muaf" tutulduğu denetim, inceleme, soruşturma, kayyım atamalara ilişkin görüş ayrılıkları da "şimdilik" kaydıyla sümen altı edildi.
Özellikle, son bir ay içinde ise, iktidar ortağı iki partinin genel başkanları ve yöneticileri görev paylaşımı yapmışcasına aynı sorun ya da konu da farklı tavırlar söylemler sergilemeye başladı. İktidarın ne olursa olsun erken seçime gitmemek, muhalefeti susturmak, baskı altına alıp, halkın gözünde iş göremez, yapamaz hale getirmek için kullandığı Kayyım uygulamalarına MHP'den çıkan cılız tepkilerde bu sümen altı edilenler arasında yer aldı.
Ancak, kayyım ve iş göremez hale getirme, meclis üyesi transferler de, istenen sonucu vermedi. CHP ve muhalefet meydanlara sokağa indi, muhalefetin sesi daha çok daha kararlı çıkmaya başladı. İşte, bu noktada iktidar bir adım daha atıp, belediyelere şirketlere atama kayyim uygulamasını önce CHP İstanbul il başkanlığı, ardından medyada bir elin parmakları kadar olmayan muhalif Medya kuruluşlarına yöneltti.
Beğenir beğenmezsiniz, izler ya da izlemezsiniz, bu kişilerin bireysel kararıdır. Ancak, iktidarı, uygulamalarını eleştirdi diye bir TV kanalına el koymak, kayyım atamak, basın özgürlüğüne, halkın haber alma hakkına darbe vurmaktır. Demokrasilerde beşinci kuvvet diye tanımlanan basını susturmak, kapatmak "Halktan gizlenen gerçekler ne?" sorularını çoğaltır. İktidarın TMSF eliyle yaptığı müdahaleler, iktidarın medyayı tamamen kontrol altına alıp yönetme, yayın politikasını belirleme, eleştiri ve bağımsız çizgisini yok edip, penguen belgeselleri, gündüz kuşağında, kim kimi aldatmış, Ahmet Bey'in eşi kocasını beş kez mi üç kez mi aldatmış türü programlarla halkın gerçek sorunlarını gizleme adımları, basın üzerinde sansürün ötesinde susturma yok etme hamleleri olarak kabul görmeye başladı halk arasında. Çünkü, ve, hiç kuşku yok ki, bu hamleler, halkın haber alma özgürlüğünü sağlayan gazeteciliğin sona ermesidir olarak algılanıyor toplumda. Onlarca ulusal yüzlerce yerel basın organının tek tip metinler, sıkıyönetim dönemlerini hatırlatan tek tip haber metinleri ile halkı, toplumu, sokağın sesini susturmak mümkün mü tabii ki hayır. Bu koşullarda ortaya dijital haberleşme, sosyal medya daha ötesi fısıltı gazetesi devreye giriyor ki, bu da toplumun tüm değerlerini yok edecek bir dilin kullanımına dönüşüyor.
Ta, Osmanlı döneminden günümüze uzayan devletin ve bürokrasinin dili, ciddiyet, ölçülülük ve temsil bilinci üzerine kurulmuştur. Devlet diliyle sokak dili arasında görünmez ama derin uçurum sadece üslup farkı değildir. Devleti yönetenlerin, seçilmişlerin dili, devletin ağırlığını, temsili ve kamu adına söz söyleme hakkına sahip olma sorumluluğunu kapsar.
Bugün ise bu dil, medyanın iktidar tarafından yönetilme hamleleri nedeniyle halkın haber almak için yüzünü döndüğü sosyal medya da, "artı 18 emojisini" gerektirecek ölçüde değişti. Öyle ki; iktidar mensubu bakanlar, iktidar mensubu seçilmiş siyasetçiler, bürokratlar ve muhalefetin seçilmiş siyasetçilerinin dili, sokağın diline teslim oldu. Resmi kurum ve kuruluşların dili, STK, dernek, sendika yönetici ve mensuplarının iktidar ile muhalefet arasında gidip gelen söylemleri, sosyal medya terimi ile "trol jargonunun" içinde görünmez oluyor, etkisizleştiriyor. Günümüzde, yani sosyal medya iletişim aracı olduğundan beri, siyaset dili bürokrasi dili hakla diyalog değil, karşılıklı laf yarıştırmaya dönüşüyor. Bu da devleti yönetenlerin her söyleminin, gerçek olarak değil, aldatma olarak tepki görmesi, tepki üretmesi gereken bir eylem olarak görülüp, aynı tarz eylem/söylem üretiyor.
Öyle ki; Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın her yıl, "Enflasyonun belini kıracağız", Adalet Bakanı Tunç'un "Hukukta çağ atladık", Enerji Bakanı'nin her motorin ve doğalgaz zammına beş kala "Bilmem ne dağında, filanca denizde tonlarca doğal gaz bulduk", TÜİK'in "Enflasyon hesaplamaları" sosyal medya da anın da yeni oluşan bir jargonla karşılık görüyor. Bunun karşısında, muhalefetin özellikle CHP'nin "her sorunun çözümü bizde" söylemleri de yine aynı jargonla cevaplanıyor. Bir de, ana muhalefet partisin de milletvekili olamayan, küçülen yok edilen özgür medya da istediğini bulamayan, iktidar medyasına yatay geçiş (!) yapan, iktidarın kayyım olarak ataması ile il başkanı olan ve çevresinde toplanan bir elin parmakları kadar az eski partilinin, haklarında yargı kararı olmayan tutuklu seçilmiş belediye başkanı ve vekillere yönelik artık "ahlakın sorgulandığı" tanımlarla, sosyal medya da yaygın tek tip trol hesaplardan operasyon çekmeleri karşısında aynı üslupla cevap bulması, toplumda giderek "kime nasıl güvenelim?" sorularını hızla çoğaltıyor.
Devleti yönetenlere, muhalefete, sendika ve STK'lara, inanç önderlerine karşı oluşan güvensizligin neden olduğu içe kapanma, sessizleşme ise en büyük tehlike. “Güven olmadan hayatı sürdürmek imkânsızdır; bu, en kötü hücreye, yani kendimize hapsolmak demektir.” diyen bireylerden oluşan toplumun, sönmüş bir volkan, enerji biriktiren bir fay hattından daha tehlikeli olduğunu iktidarın da muhalefetin de görmesi ve bu sessiz çoğunluğun sesini duymakta geç kalmaması gerekiyor. Çünkü, bu ülke hepimizin.
(Tuna Büyükşahin)
Yorumlar
Kalan Karakter: