TEK ADAM'DA UZLAŞMA MI?
Ankara'da şekillenen, doğru deyimle AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın tüm düğmelere basarak oluşturduğu siyaset gündemi, toplum olarak yaşadığımız tüm ekonomik ve hukuk arayışına ilişkin sorunları saklamaya yetiyor. Siyasetle uyuyup siyasetle uyanıyoruz, doğru deyimle, Ankara da saray ve AKP Genel Merkezi'nde, MHP'nin desteği ile kurulan siyasi gündemle.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu ve CHP'li belediyelere yönelik yargı destekli operasyonla Mart ayında başlayan, CHP İstanbul il Başkanlığına kayyım ataması, CHP'yi kapatma hamleleri ile "böl, parçala, yönet' yönetemiyorsan etkisiz kıl, halkın gözünde itibarsızlaştır taktiği ilk başlarda iktidarın beklediğinden daha fazla etkili olmaya başladı. Bunun en önemli nedeni de, CHP içinde bir dönem vekillik belediye başkanlığı, il ilçe yöneticiliği yapmış, Kılıçdaroğlu sonrası makam koltuk mevki bulamayanlar tam da iktidarın istediği gibi hatta bir adım daha fazla atıp CHP'ye de kayyım ataması için her tür senaryoyu yazıp oynuyor olması.
İstanbul da vekil adayı olamayan, Kadıköy Belediye Başkan adayı olma isteği kabul edilmeyen Gürsel Tekin kayyım, Hatay'da halkın hayır demesine karşın aday yapılıp seçimi kazanamayan Lütfi Savaş, kapatma davasında başrole soyunan davacı oldu ve iktidarın istediğinin bir adım ötesine geçen eski CHP'liler. Eski diyorum çünkü, ikisi de parti tüzüğü gereği CHP'den ihraç edildi. Bu aşamada, parçalanmış bir CHP'nin gireceği baskın seçimle yeniden daha güçlü bir TBMM aritmetiği ile iktidar olmayı hedefleyen AKP'nin hesaplarını, CHP yönetimi Mart ayından bugüne kadar yaptığı 72 mitingle bozdu. Her miting, her il ilçe de, hatta AKP'nin MHP'nin kalesi diye tanımlanan kentlerde meydanların dolması, yüzbinlerin bazen milyonların "Sandık Sandık" istekleri iktidarı korkuttu. Bu kez, tüm ülkeyi, TC'ni, toplumsal barış ve kardeşliği etkileyecek yeni bir adım attırdı. Bahçeli'nin "Kurucu Önder" deme noktasına geldiği Abdullah Öcalan'ı İmralı'da ziyaret edip görüş almak, toplumsal barış ve ülke güvenliği için görüşlerinden yararlanmak.
Tüm eleştirileri göğüsleyerek, TBMM de kurulan komisyona, "geçmiş çözüm süreci de dahil bugüne kadar uygulamaları nedeniyle iktidara güvenmiyorum ama, Kürt sorununun çözümünü önemsiyorum" diyerek katılan CHP, Komisyonun İmralı'ya gitmesinde "Durun" dedi, frene bastı.
2013 yılından bugüne ilk çözüm süreci de dahil, demokratik sürecin olumsuzluklarla dolu olması, iktidarın sahneye koyduğu, "İmralı'ya bir kişi bir kişi hadi kalkıyor" çağrısının sonuçlarını CHP yönetiminin doğru okuduğunu düşünüyorum. Özellikle, İmralı ziyaretine ilişkin hiç konuşmayan, söylemek istediklerini Bahçeli'ye söyleten Erdoğan'ın, Mavi Marmara Gemisi'nin Gazze'ye yardım götürürken İsrail saldırısına uğraması sürecini akıllara getiriyor. Mavi Marmara gemisinde bulunan bazı vatandaşların ölümünden bir süre sonra, giderken sessiz kalan Erdoğan'ın "Ben mi gidin o gemiye binin" sözleri, "Ben mi İmralı'ya gidin dedim komisyon karar aldı gittiler" diyebilme ihtimalini göz ardı etmemek gerekiyor.
İmralı'ya gitme sürecinde, siyasi baskılar giderek arttı, operasyonlar devam etti, kayyumlar geri çekilmedi. İmamoğlu hapiste, CHP kapatılma tehdidiyle karşı karşıyayken, her şey yolundaymış gibi barış ve demokrasi şarkıları söylemek bırakın siyasetçileri sokakta ki vatandaşların yüzde 70'ne bile inandırıcı gelmiyor. Özellikle, kent uzlaşısı ile seçilmiş yerel yöneticilerin "Terör, teröre yardım yataklık" suçlamasıyla tutuklu olması da, iktidarın ne yapmak istediğinin işaretinin, Kürt sorununun çözümü mü, muhalefeti çözmek mi olarak okumak gerekmiyor mu?
Bunu bize, topluma düşündüren de, Erdoğan'ın siyasi risk almaktan kaçınıp İmralı ziyareti konusundaki açık kararını paylaşmaması, AKP milletvekillerinin kapalı oturumda bile söz alıp bu ziyaretin gerekliliğine ilişkin AKP’nin resmi parti görüşünü açıklamaması. CHP'nin bunları görmesi ve İmralı'ya gitmeme kararı bu anlamda çok önemli.
Ancak, yönetemeyen iktidar, seçim için uygun siyasi zemini yaratmak için CHP'nin restine "Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş hakkında İçişleri Bakanlığı tarafından konserler nedeniyle soruşturma izni vererek" karşı hamle yaptı. Geçen 48 saatlik sürede Yavaş adımı da beklenen etkiyi yapmadı ve iktidarin imdadına bu kez
CHP eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yetişti. Bürokrat olarak genel başkan olarak yıllardır, partililer ve halkın karşısına “devlet–devlet adamlığı” kimliğiyle çıkan Kılıçdaroğlu’nun, Mart ayından bugüne sürdürdüğü suskunluğu, "CHP arınmalı İmralı'ya gitmeli" açıklamasının sosyal medya da, bir kaç merkezden yönetilen torba hesaplardan milyonlarca okunması, iktidar medyasında flaş haber olması , gündemin ilk maddesi olması, iktidarın rüyasında bile görse inanmayacağı bir gelişme olarak görülür mü? Hayır, çünkü siyaset artık bazı siyasetçiler tarafından "Kazı kazan, kazan kazı" gibi her türlü riski göze alan bir kişisel oyun olarak görülüyor.
Kılıçdaroğlu'nun, çözüm süreci ve 13 yıl genel başkanlığını yaptığı CHP'yi, hemen hepsi kendi döneminde de yerel yönetici bürokrat olan isimler hakkında yargı hükmü yokken, "aklanın arının" açıklamasında ne dediği değil, hangi siyasal amaca yönelik dediğine bakmak gerekiyor. Kılıçdaroğlu'na, bu açıklaması ile uzlaşma ve çatışmanın tekleşmesini isteyen bir siyaset figürü demek haksızlık olur mu? Bu konuda da kararı yine, hafta sonu yapılacak olan CHP kurultayın da parti delegeleri ve sokakta halk verecektir.
Bütün bu gelişmelerle (ki, bir gün sonra bunlarda eskiyebilir.!) ülke ve toplumun geleceği inşaa edilirken, seçim ve sandığın değil, Erdoğan'la başlayıp devam eden, devam etmesi istenen "Tek adamlık" sisteminin, Erdoğan, Bahçeli, Kılıçdaroğlu uzlaşması olarak devam etmesi mi amaçlanıyor? sorusunun cevabını hep beraber göreceğiz. Önemli olan, siyasetçi, bürokrat, kadın erkek genç, hangi meslekten olursa olsun halkın kararı. Cumhuriyet ve Demokrasi, hak hukuk adalet ve özgürlük mü, tek adam sistemi mi? Geç kalmadan bu soru ve sorular cevabını bulmalı.
(Tuna BÜYÜKŞAHİN )
Yorumlar
Kalan Karakter: