TBMM 'de bütçe görüşmeleri başladı. Medyanın klasik deyimiyle "Bütçe Maratonu" iktidar, yine klasik, "yapacağız edecegiz, indireceğiz, düşüreceğiz" iktidar ortağı partiler, Zülfü yare dokunmayan, ama Meclis TV de görüşmeleri izleyen kendi seçmenlerini n de gönlünü hoş etmeyen cümlelerle görüşlerini açıklıyor. Genel Kurul Salonu'n da iktidar sıraları boşun bir tık üstü. Bunun nedeni Cumhurbaşkanı Erdoğan'in genel kurula katılmaması. Oysa, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemin de bütçenin sahibi ve savunucusu Cumhurbaşkanı. Bundan daha önemli bir programı var mı bilmiyorum. Ama, CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in genel kurul salonunda yankılanan, tutanaklara geçen, CHP'li vekillerce alkışlanan "Allah kimseyi yaptığı bütçenin hesabını millete vereceği yerde olma cesaretinden mahrum bırakmasın" sözleri günün, hatta bütçe görüşmeleri tarihinde en etkili sözler listesinde yer alacağı kesin.
Aslında, uzun süredir, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, en kritik, içte ve dışta düğümlenen sorunlara ilişkin konuşmuyor. İktidar ortağı Bahçeli konuşuyor. AKP'liler Bahçeli'ye övgüler diziyor, MHP'nin içinde o sözleri onaylanmayanlar susuyor. Bunun en son örneği de, İmralı ziyaretinde yaşandı. Bahçeli, kurucu önder dedi. Düne kadar, CHPKK diyenlerin hepsi sustu. İmralı ziyareti oldu bitti maşallah sesleri ile tamamlandı. Ama, öyle ki sokağın halkın kendi parti tabanı ve seçmenlerinin tepkisinden korkan AKP'nin İmralı'ya giden temsilcisi Yayman günlerce "Ben gitmedim" dedi. MHP temsilcisi Yıldız ise sustu. Cumhurbaşkanı sıfatıyla kendi bütçesini savunmayan AKP Genel Başkanı Erdoğan da, "İmralı ziyareti, çözüm süreci" gibi ülkenin geleceğini etkileyecek konularda, yetki ve sorumluluk Bahçeli'de mesajı veriyor. Bu da, iktidar ortaklığının bir gereği olmalı. Çünkü, bu koşullarda AKP iktidarını ayakta tutan güç mecliste MHP.
Çok partili parlamenter sistemde, iktidarı denetleme görevi verilmiş muhalefetin karşısında, iktidarın başının denetlenmekten, sorulara cevap vermekten kaçınması siyaset kurumunu da siyasetçilerin de varlığını sorgulatır. Millet adına karar vermesi gerekenlerin, milletin yaşadığı sorunlara çözüm üretmesi beklediği siyasetçilerin temel sorunlarından kaçınması, sokağa halka "çözüm değil çözümsüzlük" sunmasıdır.
Şöyle, bir kaç günün gündemine bakınca, iktidar bakanları da, sorumluluk alanlarında ki sorunlardan uzak, sorumlu ben değilim "Reisler bilir" zırhını giymeyi seviyor.
Örneğin, DEM Milletvekili Cengiz Çandar, Adalet Bakanı'na soruyor; "Hüküm giydiği cezadan yatar süresi dolan ama tahliye edilmeyen Selçuk Mızraklı'nın durumu ne olacak?" Bakan Tunç, "Şimdi çözüm süreci zamanı hallolur" diyor. Yani, "Yasa, Anayasa, Adalet... Boş verin, ben bilmem" diyor. Milli Eğitim Bakanı, yüzlerce çocuğun can verdiği MESEM'e ilişkin soru soran gazetecilere "Sen kimsin ki bana soru soruyorsun?" diyor. Aslında dediği şu; Ben bilmem Reisler bilir.
MEB'nın kaçtığı sorun derken, özellikle son bir kaç yıldır ülkemizin kanayan en büyük yarası. Çocuk işçiliği ve çocuk işçi cinayetlerine dikkat çekmek gerekiyor.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) ‘İş Cinayetleri Raporu’ Kasım ayı verilerine göre, en az 13 çocuk hayatını kaybetti. Dördü 14 yaş ve altı, dokuzu da 15 - 17 arası yaşlardaydı. 2011 yılı Eylül ayından beri rapor yayınlayan İSİG, 2024 yılında en az 71 çocuk işçinin öldüğünü bildirdi. Geçen yıl, en çok çocuk iş cinayetinin gerçekleştiği yıl olmuştu. Bu yıl Kasım ayı sonunda ise ölen çocuk işçi sayısı 85. Yaralanmalar, hastalıklar, fiziksel ve ruhsal şiddetin sayılara dökülemeyecek düzeyde olduğunun da raporda altı çiziliyor. Bakanin bilip bilmezlikten geldiği ise şu: MESEM düzeninin bilançosu ağır ve kanlıdır. Bu sistem, çocuk işçiliğinin yasal kılıfı hâline getirilmiştir. MESEM kapsamında okuldan koparılan çocuklar, denetlenmeyen ve güvencesiz alanlarda ucuz işgücü olarak çalıştırılmaktadır. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’ne göre yalnızca bu yıl çalışırken ölen değil öldürülen çocuk sayısı 88. Bu bir kaza tablosu değil, organize bir çürümenin istatistiğidir.
O nedenle, yıllardır “ara eleman” yalanıyla meşrulaştırılan bu sistem, yaklaşık 3 milyon çocuğu patronların insafına terk ediyor. Bu nedenle, MESEM bir eğitim programı değil, bir çocuk katletme mekanizmasıdır. “Eğitim” adı altında sanayiye gönderilen çocuklar pres makinelerinde, kalıp çökmelerinde, forkliftlerin altında, yangınlarda, elektrik akımında ve işkenceyle can vermektedir. Bu sistem çocuklara eğitim mi vermektedir, yoksa ucuz işgücü, güvencesizlik ve ölüm mü?
İşte, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin o koltukta oturup, bırakın istifa etmeyi sorulara cevap vermeyi bile düşünmediği sorun bu. Daha doğrusu, düşünmek istemiyor, çünkü, bakanlık koltugunda oturma nedeni bu. Bakan Tekin “253 bin işletme incelendi” diyerek topu taca atıyor, çocuklar ölmeye devam ediyor. Çünkü sorun birkaç işletme değil, MESEM’dir, MESEM de teknik egitimin sermayeye teslim edilmiş sömürü çarkının bir dişlisidir...
Gözün gözü görmediği, toz duman içinde önünde peşinde savrulduğumuz gündemde iktidar ve muhalefet ayrım olmadan üzerinde birleşip çözüm bulması gereken en acil konu, bu ülkenin geleceği çocuklarımızın yaşaması ve eğitim olmalıdır. MESEM, beslenme, okullarda giderek artan akran zorbalığı, öğretmenlere yönelik saldırılar. MEB Tekin, sorunlardan sorulardan kaçmak yerine,
okullarda çalanın ders zili değil alarm zilleri olduğunu artık görmeli. Yani, siyasetçi Tekin mi sorumluluk sahibi bakan Tekin mi? Bu konu da acilen karar vermeli.
Bütçe görüşmeleri başlarken kameralar karşısında birbiriyle tokalaşan, gülücükler yağdıran genel başkanlar, siyasetçiler... Haftanın en az beş günü seçim bölgesinde, o bölgenin tanınmış iş adamlari, STK başkanları ile kahvaltı yemek, düğün dernek gezen, sosyal medya da yedik içtik güldük diyen siyasetçiler. Ülke sorunlarından uzak,sorumluluk duymadan gezerken, gelecek seçim meclise gitmenin hesaplarını yaparken siyasetçi, TBMM'de muhalefete hesap vermeye gelince, sadece bağıran, hakaret eden, sıraları yumruklayan ya da genel kurul salonu dışında çay kahve sohbeti yapan kimliğine giren milletin vekilleri.
Bu öylesine söylenmiş bir söz değil tabii ki. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'un muhalefet vekillerinin eleştirileri karşında ki şu sözlerini unutmamak ve bir yere not etmek gerek;v"Terör dahil her sorunun siyasi malzeme yapılmaması konusunu her birinizden istirham ediyorum.”
Yani, daha önce AKP'ye muhalefet eden bir partinin genel başkanı, sonradan AKP'li olan ve karşılığında TBMM Başkanlığı koltuğuna oturan Kurtulmuş diyor ki; Siyaset yapmayalım. Peki, siyasetin ürettiği sorunlar siyaset yapılmadan nasıl çözülecek. Partiler, sendikalar, vatandaşlar, gençler siyaset yapmasın ki zaten yapan ya cezaevine de ya evinde tutuklu yasaklı.
Peki,siyaset yapılmayacak, ülkenin sorunlarına TBMM de sorun bulunmayacaksa, neden 600 milletvekili seçip avuç avuç maaşlar, altlarına çakarlı araçlar, kardeş eş dostlara her tür iş imkanı sağlanıyor. Parlamento yerine tek adamın karar vereceği "Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi", atanmış, sorumluluk üstlenmeyen atama bakanlar yönetsin ülkeyi. Halkta, 23 yıldır sırtında taşıdığı iktidarın uygun gördüğü yaşamı izleyip, "Kendim ettim kendim buldum" türküsünü dinlesin...
( Tuna BÜYÜKŞAHİN)
Yorumlar
Kalan Karakter: