(Tuna BÜYÜKŞAHİN yazdı)
Toplum olarak tüm yaşam değerlerimizi yeniden gözden geçirdiğimiz, alışkanlıklarımız kaybettiğimiz dönemlerden geçiyoruz yıllardır. Özellikle, siyasetin ve seçtiğimiz siyasetçilerin yaşam tarzları, ekrandan gazete sütunlarından, sosyal medyadan evlerimize, kahvehanelere, sokağa taşan söylemleri, gün içinde milyonlarca insanın sohbet konusu oluyor.
"Duydun mu, falanca Parti'nin milletvekili filanca Parti'nin vekiline demiş ki; "Hırsız, alçak, pavyoncu"
"Ama, o da ona demiş ki; hırsız oğlu da alçakta, pavyoncu da sensin..." gibi artı 18 emojisi ile evlerimize girmesi gereken bu veciz(!) sözler günlük yaşamımızın parçası oldu.
Günlük yaşam kavgası içinde, aldığı maaş, emekli maaşı, bulmuşsa günlük iş, aldığı yevmiye ile kendisini, ailesini nasıl geçindireceğini düşünen insanlar, yönetenlerin çözüm içeren sözlerini duymak için beklerken, TBMM de, özellikle bomboş iktidar sıralarını görüyoruz. Biraz sabırlı olanlarda, hukuk, eğitim, ekonomik sorunlara ilişkin soru önergelerinin içeriğini bilmeden "Hayır" demek için ellerini kaldırarak salona giren iktidar milletvekillerini izliyor. Öneriyi, öneriye ilişkin tartışmaları bilmeden "Hayır" diyen vekillerin, oturdukları sıralardan, kürsüde konuşan vekile, onu alkışlayan vekillere veciz sözlü ya da el işareti ile söylediklerinin de artı 18 emojisini gerektiriyor olması da artık şaşırtıcı değil. Tabii, onları alkışlayanların varlığını da yok saymamak gerek.
Bu sahneler bazen, ringte dövüşen iki boksörü ayıran hakemin mola işareti ile kesilmesi gibi, oturduğu koltuğun yüce meclisin başkanlık koltuğu olduğunu hatırlayan ve oturumu yöneten başkanın vurduğu "tokmak" ve "ara ara on dakika ara" sesleri ile kesiliyor. Sonra, bizlerin hiç görmediği, arka oda da partilerin başkan vekilleri ne yapıyor ne konuşuyor bilmiyoruz, hiç öğrenemiyoruz. Ama, salona az önce komşunun camını kırıp kaçanlar değilmiş gibi çoğu kez, az önce veciz kelimelerle karşılıklı konuşanlar değilmiş gibi gülerek şakalaşarak giren vekilleri görüyoruz...
İşte, tüm bunlar yaşanırken, bizler, mesleğimiz yaşımız ne olursa olsun, güncel yaşamsal sorunlarla mücadele edenler, iki kişi bir araya gelince bunları konuşuyoruz ve herkes birbirine "Ne olacak bu gidiş, ne olacak halimiz?" ve, tabii "Ülke olarak toplum olarak nereye gidiyoruz?" sorusunu sorup, "ben bilmem siyasetçiler bilir" diyoruz ne yazık ki, siyaseti belirleyen gücü belirleyen OY'un elimizde olduğunu düşünmüyoruz çoğu kez. Bunun en yeni örneğinin KKTC de ki seçim sonuçları olduğunu hatırlatmaya gerek var mı? Yavru vatanda ki seçimler için KKTC ye çıkarma yapan iktidar temsilcilerinin "biz de ne varsa sizde de o olacak" diyerek, yavru vatan da yaptırılan külliyeyi göstermelerini seçmen "istemez" diyerek elinin tersi ile itip, iktidarın desteklediği Cumhurbaşkanı Tatar'i sandıkta bırakıp, muhalefetin adayına "Gel, meydanlarda verdiğin sözleri tut" dedi. Yavru vatan dan Ana vatana verilen bu mesaj, bu sonuç bir kez daha gösterdi ki demokrasilerde "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" yani hükümetleri belirleyen halktır seçmendir.
Bu siyasi tabloya, siyaset yapma tarzına, hukuk uygulamalarına baktığımız zaman görünen, siyaset bilimcilerin de artık yüksek sesle dile getirdiği, "giderek kan kaybeden iktidar erken seçim ya da baskın seçim yapmayacak, yapamaz" saptaması. Bu saptama, ana muhalefetin CHP'nin yeni yol haritası olmalı.
İktidar cephesinin “Turpun büyüğü heybede” diyerek yerel seçimlerden birinci çıkan CHP’ye karşı başlattığı, özellikle yerel yönetimlere yönelik, yargısal ve ekonomik baskıyı artırıp siyasi varlığını sürdürme hamleleri artarak devam ediyor. Ancak bu sürece artık kendi seçmenin de kuşkuyla bakmaya başladığı gerçeğini muhalefet değerlendirmeli.
Sokak röportajlarında, çokça duyulan "Anam bacım eşim bile Erdoğan'a feda" sözleri yerini, "her seçimde oyumu AKP' ye verdim ama işsizim, acım, çocuğumu okula besleme çantası boş gönderiyorum" çığlıklarına bıraktı. Ve, bu çığlıklar sandık iradesine saygı gösterilmesini istiyor, seçilmiş yerel yönetimlerin önüne konulan engellerin kaldırılmasını istiyor. İktidarın, sürekli "Yeni Anayasa" çağrılarını, gündemi gizlemek olarak değerlendiren iktidar seçmeni de azımsanmayacak sayılara ulaşıyor giderek.
“Ekonomiden öğrencilerin barınma sorununa, işsizlikten dış politikaya giderek kendini gösteren sorunlar varken, mevcut haline bile uyulmayan anayasayı değiştirmenin bir anlamı var mı?" soruları hem iktidar seçmeni tarafından yüksek sesle, iktidar vekillerince de "kapalı kapılar arkasında" soruluyor, fısıltı halinde dalga dalga iktidar ve ortaklarının en tepe noktasına kadar ulaşıyor. Bunların başında ekonomik sorunlar olsa da, tartışmalı İmralı süreci ve Suriye’deki yansımalarının ne olacağı geliyor hiç kuşkusuz.
Bu noktada, iktidarın hedefinde ki, iktidar adayı CHP, günlük tuzaklara düşmeden, halkla, kendi üyeleri ile iletişimi güçlendirmeli. Mitinglerde halkla buluşmalar da, aylardır aldığı olumlu sonucu, İktidarın gizlemek istediği gerçek sorunlar için çözüm önerilerini projelerini anlatarak artırmalı. Muhalefet temsilcileri ev ev vatandaşın kapısını çalıp, kendisini anlatmalı. Bir meslektaşımın yazısında okumuştum; Duvar ustası Bilal amca şöyle diyordu: "Taş aceleyi sevmez, harç da telaşı kaldırmaz. Her şey vaktinde olursa sağlam olur; insan da duvar da.”
Evet, muhalefet artık acele etmeden ama çokta geç kaldığını bilerek, sağlam iktidar duvarını örnek için iktidarın verdiği tüm kozları kullanmalı.
(TUNA BÜYÜKŞAHİN )
Yorumlar
Kalan Karakter: