Bitmek bilmeyen, hiç bitmeyecekmiş gibi takvim yaprağında duran Ağustos ayı, hangi haberle uyuyup, hangi haberlere uyanacağımızı sorgulatarak gitmeye hazırlanıyor. Giderken, valizinde neler yok ki? Başta doğayı yok eden, etmeye devam eden orman yangınları, işçi-memurlara yapılacak zam tartışmaları, üniversiteler açılmaya hazırlanırken kapatılan öğrenci yurtları, "demokratik hak arama eylemine katıldığı" için yurttan kaydı silinen öğrenciler, halkın verdiği yetkiyi, başkanlık koltuğunu kişisel başarısı olarak kabul edip parti değiştiren muhalefet belediye başkanları. Topuklu Efe olarak yaklaşık 25 yıldır siyaset yaptığı, milletvekili belediye başkanı unvanı verildiği partisine sırtını dönüp iktidar partisine katılıp, topuksuz efe olarak siyaset dünyasında "yola devam" diyen kadın siyasetçi ve siyasetçiler. Aylardır, sadece yazılı, görsel ve artık her yaştan insanın olmazsa olmazı sosyal medyada yargısız infaz edilip suçlu ilan edilen, ancak haklarında iddianame bile olmayan
muhalefetin belediye başkanları, bürokratlar, onların eşleri çocukları... "Yargımız Avrupa da bir numara" diyen Adalet Bakanı Sayın Tunç, "iddianamelere" ilişkin sorulara cevap vermezken, iktidarın Adalet, İçişleri, Eğitim bakanı gibi yazıp konuşan AKP'li bir gazeteci "İddianameler Eylül'de tamam" diyor. Yani, o da bitmeyecekmiş gibi duran Ağustos'a git artık mı diyor? 2025'in Ağustos ayının hiç gitmeyeceğine mi inanıyor bilinmez.
Ağustos ayının heybesinden çıkan, çıkarılan her şeyle aslında toplumun insanların akıl sağlığı zorlanıyor, sınavdan geçiriliyor. Daha daha ne büyük olumsuzlulara dayanır sınavı mı? sorusunun cevabı; felaketler, ihmal, boşvermişliklerle gelen “ucuz ölümler” ülkesi olmak, kadına, çocuğa yönelik şiddet dalgası, cezasızlık, etik, ahlaki yozlaşma... Kurumlarda uzmanlık liyakat değil “itaat ve sadakatın" baz alınarak yapılan bol maaşlı atamaların hız kesmeden devam etmesine verilen verilecek "demokratik" tepkilerde yatıyor. Ve, her gün sokaklardan yükselen, 20-30 yıldır aynı koltukta oturan işçi ve sendika başkanlarının "çek-cak" diye biten, sonunda iktidar ve işveren temsilcileri ile el sıkışmasına tepki olarak, sendikaların gerçek sahibi emekçilerin ana muhalefet partisi CHP'nin mitinglerinde seslerini yükseltmesi de, özellikle iktidar tarafından toplumun, "akıl sağlığı sınavından başarı ile geçtiğini geçeceğinin işareti" olarak görülmeli. Aksi halde, gitmeyecekmiş gibi duran Ağustos ayı giderayak heybesinde ki sorunlara daha büyük sorunlar ekleyerek gider gibi yapacak, heybesinde giderek büyüyen sorunları Eylül ayına devredecek.
Eylül ki, Sonbahardır. Yaşamak için ağaç dallarına tutunan, rüzgar ve en küçük fırtına da düşen yaprakların ayıdır. Yani, Eylül, iktidar içinde bir sınav ayıdır, kalıp kalmamasına "Sandığın" karar vereceği, sandığın gelip gelmeyeceğine toplumun karar vereceği. Burada belirleyici olanda; muhalefetin Mart ayında başlayan doğru hamle ve adımlarını sürdürmesi, parti içi engelleme çalışmalarına engel olması, parti içini yeniden dizayn etmesi, yanlış hamleye zorlayanları, "ama, fakat, lakin" demeden pasifize etmesi ile mümkündür. Bunu yapmak, iktidarı "Sandık gelsin" seçeneğine zorunlu kılar. Özetle, muhalefetin sıkıştırıldığı alandan halkın çağrısına eşlik etmek için hamle üstüne hamle yapma becerisini gösterme yeteneği bu sürecin çözüm anahtarı durumunda.
Bu süreçte, işyerinde, sokakta, evlerinde bile ayrımcılığın, yokluğun, eğitiminin önüne getirilen engellere rağmen alanlarda sesini yükseltenlere adeta öncülük eden kadınların sayısal olarak hergün çoğaldığını de görmek gerekiyor. Bu noktada, iktidarın içinde yanında arkasında olan
adınlara Atatürk Cumhuriyetinin bir kadın hakları devrimi olduğunu hatırlatmak ve sormak gerekiyor; Ağustos ayının heybesinde çok yer kaplayan, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, Cuma hutbelerinde, kıyafet, miras hakkı, evlilik yaşı konularında, açık açık kadınları hedef alan çıkışlarına karşı ne zaman sesinizi yükselteceksiniz? Meclis’te, demokratik sivil toplum örgütlerinde, yaşamın her alanındaki kadınlar bir araya gelip, "Diyanet’tir, işi dini konularda bilgi vermektir" kadına baskıyı normal göstermeye çalışanlara, "Diyanet’in işi laik, hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilkelerini, Medeni Kanunu yok saymak değildir" uyarısını yapmak için geç kalınmadı mı?
Ülke olarak, toplum olarak, birey olarak yaşatılanlar, yaşa diye dayatılanlara dikkatle bakıp, insan olmanın, düşünmenin, yanlışa hayır demenin erdem olduğunu unutmamak gerekiyor.
Çaresizliğin, kabul edilmişliğin içine hapsedilmek istendiğimiz duygusuna kapıldığımız anlardan çıkış, üzerimize giydirilmek istenen tükenmişlik ve çaresizlik giysilerini çıkarıp atmak, “Böyle gelmiş, böyle gitmez” demektir. “Ölümü gösterip sıtmaya razı ederiz” diyenlere karşı demokratik, laik, hukuk devletinden, akıl, bilim, etik değerler ve liyakatten yana halkın iradesinin gücünün ne kadar etkili olduğunu el sallayarak gitmeye hazırlanan Ağustos'a, "ben geldim" diyen Eylül'e göstermek için "sen yoksan bir eksiğiz" dememiz gereken an bu andır...
(Tuna BÜYÜKŞAHİN)
Yorumlar
Kalan Karakter: