Kaç gün, kaç ay oldu, iktidarın CHP'li belediyelere ve CHP'nin kurumsal kimliğine, Türkiye Cumhuriyet'in kurucu partisinin genel merkez yönetimine karşı başlattığı "böl, parçala" hamleleriyle uyuyup uyanıyoruz. Başlangıç olarak 13 Mart 2025 olarak alınsa da, son yerel seçimlerin birinci partisi galibi partiyi çalışamaz hale getirmek için planların 13 Mart'tan çok önce başladığı bilinen gerçek.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın "CHP'li belediyeleri silkeleyin" talimatı ile başlayan kuşatma, 13 Mart'ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun gözaltına alınıp tutuklanması ile zirve yaptı. Sonrası hepimizin bildiği, ana muhalefet partisinin "miting değil eylem yapıyoruz" diye tanımladığı "eylemsellikler" başladı. Başlangıç olarak Mart ayı kabul edilirse, yaklaşık 6 aydır hafta da en az iki miting, el konulan, kayyum atanan belediyelerin olduğu ilçelerde kitlesel protestolar, gözaltılar tutuklamalar. Ve, toplumun halkın, medyanın da gündemi, iktidarın istediği gibi, sadece CHP olarak belirlemesi ile "Ekonomi" yani halkın gündemi rafa kalktı.
İşte, bu koşullarda, 15 Eylül 2025'te CHP'nin sanık olduğu "Butlan ya da CHP yönetimine Kayyım ataması" istemiyle açılan davanın duruşması nedeniyle milyonların gözü kulağı Ankara Adliyesi'ne çevrildi.
Bu göz ve kulakların bir kısmı, "CHP yönetimi gidiyor biz geliyoruz" diyen, yıllarca CHP içinde siyasetçi kimliği ile bulunup, son kurultayda delegelerin oyuyla parti içinde ki koltuk ve gücünü kaybedip, yönünü iktidara, doğru bir deyimle AKP'ye Erdoğan'a dönenler ve arkalarında iktidarın kontrol ettiği medyanın yüzde 90' lık devasa güç. CHP İstanbul İl Kongresine açılan dava, CHP de il başkanlığı milletvekili, MKY üyeliği yapmış, yerel seçimde Kadıköy belediye başkan adayı olmak istemiş, parti yönetimi "Hayır" deyince istifa ettim, yeni parti kuruyorum diyen, arkasından yürüyen olmayınca sessizliğe gömülüp "Kayyım" olarak atanan Gürsel Tekin'in beş bin polisle il merkezine girmesi de zirvenin zirvesi oldu hiç kuşkusuz.
CHP içinde ki bu kırılma çalkalanma, ülke genelinde dizi gibi izleniyor. Bu gelişmenin siyasi açıdan değerlendirmesini bir an bırakıp ekonomiye ne getirip götürdüğüne baktığımız zaman ortaya çıkan tablo ise tek kelime ile ürkütücü. Operasyonların başladığı zirve yaptığı gün Borsa'daki çöküş, doların 41 lirayı aşması alarm zillerinin sağır sultanlarca bile duyulmasına neden oldu.
CHP kurultay davasında ertelenme kararının açıklanmasıyla, borsanin %3 yükselmesi, butlan kararı çıkarsa ekonomi çöker diyen ekonomistleri doğrular bir görünüm oldu. Aslında, iktidarın, CHP'yi tartıştırarak ülkemizin, tarihinin en ağır ekonomik ve sosyal krizlerinden birinin tam ortasında olduğunu toplumdan gizlemek istediği bir gerçek.
Mutfaklar yangın yeri, çocuklar aç, gençler işsiz, yaşlılar hayatta kalma mücadelesi veriyor. Resmi enflasyon TÜİK’e göre yüzde 32.95. ENAG’a göre yüzde 65.49. Sokakta ise bu rakamların çok ötesinde bir yoksulluk var. Market raflarında fiyatlar saat başı değişiyor. Fileler boş, sofralarda et, süt, yumurta artık lüks. Bebekler yetersiz beslenme nedeniyle sağlıksız büyüyor. İcra dairelerinde dosyalar her gün artıyor, yoksulluk nedeniyle intiharlar, cinayetler, çeşitli suçlarda artışlar iktidarın siyasi gündem oluşturma hamlelerine rağmen gizlenemiyor. Nasıl gizlensin ki;
Asgari ücret 22 bin 104 TL, açlık sınırı 27 bin 111 TL, yoksulluk sınırı 88 bin 310 TL. Bu koşullarda, milyonlarca insan açlıkla, borçla, umutsuzlukla boğuşuyor.
"Ben her şeyi her konuyu bilirim, uzmanım" diyenlere değil, ekonomist Mahfi Eğilmez’in şu tespitlerine bakmak, siyaset dünyasının, iktidarın yarattığı gündemin ülke ekonomisini getirdiği tabloyu gözler önüne seriyor; "Yüksek faiz, yüksek enflasyon, sabit kur illüzyonuyla yaratılan 15 bin 325 dolarlık kişi başı gelire sadece 35 milyon kişi erişebiliyor. Geri kalanlar: Açlık sınırının altında yaşayan 10 milyondan fazla insan ve 16 bin lirayla yaşamaya çalışan milyonlarca emekli...
Kiralar uçmuş, faturalar yakıyor.
Eğitim yılı başladı, bir ilkokul öğrencisinin kitap, forma, kırtasiye masrafı 100 bin lirayı buluyor. Öyle ki çocuklar sabah okula aç gidiyor, kantinden tost alacak parası olmayan binlerce öğrenci var.
Kriz yalnızca mutfakta değil. İş dünyasında da çöküş derinleşiyor. KOBİ’ler krediye ulaşamıyor, sanayici üretim yapamıyor, çiftçi toprağını ekemiyor. Konkordatolar, iflaslar peş peşe geliyor. TÜİK’in makyajlı verileri bile örtülü işsizliği saklayamıyor: Genç işsizlik yüzde 25’e dayandı, geniş tanımlı işsizlik yüzde 30’ları zorluyor"
Sayın Eğilmez'in çizdiği bu tabloyu doğru okuduğumuz zaman, CHP davasında verilen "tedbirsiz erteleme" kararını siyaset ve ekonomi dünyasında "bir nefes alma molası" olarak okumak gerekiyor. Tabii ki, yargının siyasete, siyasi partilere yönelik hamlelerini gözardı etmemek gerekiyor.
Bu noktada, CHP butlan davasında verilen karara hukuki olarak baktığımızda da, hukukçulara göre;
CHP'nin 21 Eylül’de yapılacak olağanüstü kurultayının ardından mahkemenin, HMK hükümleri gereği “hukuki yarar kalmadığı” gerekçesiyle davayı reddetmesi gerekiyor. Yani, dosya kapanacak, kurultayın iptali yönünde hiçbir hüküm kurulamayacak, CHP açısından kongre ve kurultay süreci hukuken güvenceye alınmış olacak.
Bu hukuki tabloya bakıldığında, 21 Eylül kurultayıyla birlikte, CHP yönetimini, parti içi ve dışından gelen "yok etme, çalıştırmama, bölünme" tartışmalarından uzaklaştırıp, demokrasi, insan hakları mücadelesiyle birlikte ekonomik, eğitim, işsizlik gibi toplumun ana sorunlarını ön plana çıkarması gereken zorlu hir sürecin beklediğini söyleyebiliriz.
Mevsim normallerinin üzerinde seyreden hava koşulları ve siyasetin ısıtmasıyla çok sıcak geçen Yaz'in ardından Sonbaharda da çok çok sıcak günler yaşayacağımızı unutmayalım.
(Tuna BÜYÜKŞAHİN)
Yorumlar
Kalan Karakter: