Hepimizin bildiği bir söz vardır, özellikle uyumak istemeyen çocuklar için kullanılan: "Yatıcan kalkıcan
sabah olacak"
Evet, son bir aydır, sabah mı gece mi olacak diye beklenti içine girdiğimiz bir deprem gerçeği ile uyuyup uyanıyoruz, ya da bir gözümüz açık uyuyoruz. Yer küre, asırlardır sessizce taşıdığı yükü bir anda dipten gelen uyarı sesi ile bırakıyor. Güven içinde olduğumuz evler sallanıyor, toprak ana biriken öfkesi ile uyarıyor bizi. Ve, bir kaç saniyelik o sarsıntı da, planlar, sevdiklerimiz, sevmediklerimize ilişkin kurulan hayaller de sallanıyor, yıkılıyor. Telefonlara sarılıyoruz, bir haber, "İyiyim, iyisin" sesini duymak istiyoruz. Ne yazık ki, iktidara sınırsız destek veren medya kuruluşlarına milyon liralık reklam veren, şişkin faturaları öderken, çok zorunlu ihtiyaçlarımızdan fedakarlık yaptığımız GSM operatorleri sessizliğe gömülmüş, saatlerce çalışmıyor. Çizgi romanlarda gördüğümüz Kızılderililerin dumanla konuşma/haberleşmesini bilmediğimize bile üzülüyoruz...!
Dumanla haberleşmeyi bilmiyoruz ama günlerdir devam eden orman yangınları bize çok şey anlatıyor. Tüm uyarılara rağmen, birkaç kıvılcım, bazen bir ihmal, bazen de kasıt… Evet, kasıtlı yangınların varlığını inkar etmek, gerçeği inkar etmek olur. Saniyeler dakikalarla ölçülecek bir zaman diliminde, içinde canlıların özgürce yaşadığı yemyeşil bir cennet, kızıl alevler, kara dumanların içinde yok oluyor. Kuşlar ve her tür canlılar yuvasız, toprak nefessiz kalıyor. Ormanın, sadece ağaç demek değil; suyun, havanın, yaşamın ta kendisi olduğunu, bulunduğumuz yerlerde bir kez daha anlıyoruz Depremde, orman yangınları da, sarsarak, alev ve dumanla, "hazır olun. Doğaya saygı duyun. İhmale yer bırakmayın. Deprem için sağlam binalar, bilinçli şehirleşme; orman yangınları için ise koruma bilinci, erken müdahale ve caydırıcı önlemlerin yanısıra, imar rantı için kül edilen yeşil cennetlerin korunmasını isteyin" mesajını iletiyor.
Adına doğal felakette desek, unutulmaması gereken şey, bireysel değil toplumsal dayanışmayı güçlendirmek, dayanışma bilincini öğrenip öğretmek. Unutmamak gerek, felaketlerde, kurtaran da iyileştiren de bizleriz, yani insan, bir insanın, tanısın tanımasın bir insana uzattığı eldir. Deprem sonrası enkaz başında, henüz yaşayan bir eli tutan, omuz omuza çalışanlar, yanan ormanlık alanlara kova ile su taşıyanlar, bir ağacı bin canı kurtarmak için canlarını veren görevliler acı da olsa, dayanışmanın en güzel örnekleri. Kötülük felaket ne kadar acı ne kadar karanlık olursa olsun, en karanlık anlarda bile, insanlığın ışığıdır insana yol gösteren.
Doğal afetlerin yarattığı bu dayanışma ruhunun yok olduğu anlar ise; Toplumu iki kutuplu yapıp arenaya salan siyasetin yarattığı gerginlik. İktidarın uygulamalarından kaynaklanan günlük yaşam içinde ki adlî vakalar ise insanın evinde sokakta işyerinde bile güven içinde olama-ma korkusu.
Nedeni ne olursa olsun, trafikte, arabasından fırlayıp, içinde kadın çocuk olup olmadığını düşünmeden, "yol vermedin, yavaş gittin, klakson çaldın" diyerek arabaları tekmeleyen, fiyatını sorup ekonomik gücü yetmediği için almadan çıkanın ardından küfreden, hatta tekme atan esnaf, iktidarın muhalif belediyelere yönelik operasyonlarında, gözaltına alınan zanlılara "milyon ver seni buradan çıkaralım" diyen avukatlar ve ortağım dediği gazetecilerin belaltı küfürleşmeleri.
Kendi gibi olmayan düşünmeyenlere karşı duyduğu kini cinayete kadar vardıran, toplum içinde özgürce gezenler. Bunlar ve daha onlarca yüzlerce olayın bireysel değil, toplumsal bir krizin ayak sesleri olarak görmek, iktidarın uyguladığı politikaların topluma sokağa yansıması olarak görmekte, toplumsal dayanışmanın gerekliliğini anlamak için yeterli değil mi?
Ne yazık ki, şaşırmak, tepki göstermek yerine, "Şükür ben yaşıyorum" diyerek, her olaya her uygulamaya alışmak, normal demek, çözüm aramadan, çözüm önerenlere siyasi ve ekonomik gücün varlığını kabul etmek, sistemin devam etmesini isteyenlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramıyor. Bu ülkenin 86 milyonun olduğunu bilmek, yanlışa yanlış demek, demokratik, laik, hukuk devletini savunmak, A partisi, B partisi seçmeni demeden toplumsal birlikteliğin ve dayanışmanın, sistemin tüm nimetlerinden yararlananların kendilerine çeki düzen vermesini sağlamaz mı?
Toplumda, yönetenlerden kaynaklanan olumsuz örneklerin yok edilmesi için tüm siyasiler ve bürokratlar, bir ülke için olmazsa olmaz kurumların medya gibi kuruluşlara önemli ve acil sorumluluklar yüklediğini hatırlatmak mesleği yaşı ne olursa olsun her bireyin en doğal hakkı olmalı.
Yasaların uygulanmadığı, denetimin olmadığı, etik-liyakatin, vicdanın yok edildiği mesajını veren gelişmeler var olduğu sürecez siyasete siyaset kurumlarına güven duygusunun devamı mümkün mü?
Usta Tiyatro yazarı ve yönetmeni Haldun Taner'in "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım" oyununu izleyenler, gerçeği görmeden verilen görevi yapanların toplum için ne kadar tehlikeli olduğunu bilir. Bu oyuna esin kaynağı olan, ünlü Şair Ziya Gökalpte, on yıllar öncesinden, ister siyasetçi ister bürokrat, isterse ortada yiyip kenarda gezenlerin dün de, bugün de var olduğunu anlatır bir şiirinde;
"Hikmetini sormam, ince elemem
Âmirimdir, ona karşı gelemem
Haklılığına eylemişim kanaat
Benden ona kayıtsız, şartsız itâat
Gözlerimi kaparım
Vazifemi yaparım..."
Gelin, hep birlikte artık uykuda bile kapamaya korktuğumuz gözlerimizi kapamadan, ülke gerçeklerine açalım. Unutmayalım, bu ülke hepimizin.
(TUNA BÜYÜKŞAHİN)
Yorumlar
Kalan Karakter: