"Yaşlı Kızılderili çadırının önüne oturmuş birbiriyle dalaşan iki köpeğini izlerken, yanında ki çocuğa, "Bak oğlum" demiş, "Şu köpeklerin beyaz olanının adı iyilik, siyah olanı ise kötülüktür." Çocuk hangisinin kazanacağını sorar. Bilge Kızılderili; "Ben hangisini beslersem o kazanır..." der. Bu, Kızılderili öyküsünü okurken düşündüm. Yaşamın özetiydi bu söz. Evet, küçük büyük tüm toplumlarda, ekonomik ve siyasi gücü elinde bulunduran güç, yani insan, neyin kimin kazanmasını isterse genelde onun kazanmasını ister, bunun içinde kendini güçlü kılan tüm özellikleri kullanır. Bu kimi zaman ekonomik güç, kimi zaman hukuk, kimi zaman toplumda barışı huzuru sağlamakla görevli insan gücü.
Son yıllarda, özellikle siyaset sahnesinde de farklı görünse de, "güç bende' diyen uygulamaları görüyoruz. Siyasi iktidarın, "diploma sahte" diyemediği için istifaya zorladığı dekan, beklenen istenen kararı vermediği için görevinden alınıp başka bir mahkeme de görevlendirilen yargı mensupları bürokratlar, hatta Anadolu'nun en ücra köşesinde görev yapan bir öğretmen. Aylardır iddianame bile olmadan cezaevinde tutulan seçilmiş belediye başkanları, hafta da en az iki gün artık alışın dercesine sabah erken saatlerde muhalif belediyelere yönelik operasyonlar. Bu operasyonlari eleştiren medya mensuplarına yönelik gözaltı, tutuklama, ev hapsi, yurt dışına çıkış yasağı, işinden atılma. Bu da yetmezse TV'lere yayın durdurma, lisans iptali ile "aba altından sopa gösterme" cezaları. Bunları tabii ki çoğaltmak mümkün. Gücü elinde bulunduranın kazanması için tüm tuşlara aynı anda ya da sindirmek susturmak için adım adım uygulama.
Böyle bir ortamda, insanların yaşam tarzı, yaşamak istediği koşullar için taraf olmasını olağan karşılamak gerekir mi? sorusunun cevabı tabii ki hayır olmalı. Siyasette doğru, ülkenin kuruluş ilkeleri olan Cumhuriyet, demokrasi, hukuk, toplumsal barış ve kardeşliği sağlayacak olan bir iktidarın yanında olmaktır. Sandığa atılan her oy, oyu atan her seçmenin istediği de budur. Ancak, bugün gelinen noktada, iktidarın muhalefete yönelik söylemleri uygulamaları, muhalefetin iktidara yönelik söylem ve sokağa taşan, sokağın sesinin muhalefeti yönetir hale geldiği tam bir "kaos" ortamını dikkatle sağduyulu soğukkanlı izlemek değerlendirmek gerekiyor.
Kaos ortamları güçlüyü güçlü gösterse de her kaos toplumsal çatışmaların, kardeş kavgasının habercisidir. Ve kuşkusuz sonucunda kaybeden ülke ve toplum, toplumsal milli ve dini değerler. Kaos muhalefeti besler, muhalefette kaosu kullanır sözlerine inanmıyorum. Çünkü, kaos tüm değerleri yok edecek insanı insana düşman edecek bir ortamdır. Bunu derken iktidarla muhalefet Elele versin demiyorum. Bunu demenin anlamsız olduğunu çok partili siyasal yaşamda çokça gördük yaşadık. Bunun en çarpıcı örneği de 15 Temmuz fetö darbe kalkışması.
Kalkışma başladığı anda başta TBMM olmak üzere en kritik noktalarda omuz omuza karşı duran siyasetçilerin bir süre sonra, "Onlar kaçtılar, bunlar saklandı..." suçlamaları da kaosun, her alanda siyasi güçle yani iktidarla muhalefetin de kullanıp yararlanmak istediği bir ortamdır. Bunun acısını kalıcı olarak yaşayan ülke toplum ve toplumu oluşturan halk yani bizler.
Kaosun varlığı bireylerin, herhangi bir alanda küçük grupların yararlanmak istediği ürkütücü bir ortamdır. Yargıda verilen bazı kararların suç potansiyeli olanları harekete geçirmesi cinayet, yolsuzluk gibi adi suçların artmasına neden olduğu gibi, spor karşılaşmaların da taraftarı olduğu kulübün kaybetmesini rakip takımın taraftarına şiddet uygulama, geleneksel Kırkpınar güreşlerinde bile desteklediği tanıdığı hemşehrisi olan güreşçinin kaybetmesinin öfkesini, kazanan Pehlivana saldırarak atmak istemekte, ülke de canlı tutulan kaosun eseri değil mi?
Artık her gün yaşadığımız kimi zaman korkarak, büyük bir tedirginlikle izlediğimiz, kimi zaman "şaka mı bu?" dediğimiz yaşananları "keşke şaka olsa"
Diyebilmeyi çok isterdim. Ama bakın, Danimarkalı filozof Soren Kierkegaard, Meseller adlı eserinde bu durumu nasıl özetlemiş: ''Sanırım dünyanın sonu, her şeyin bir şaka olduğunu sananların yükselen alkışları arasında gelecek...”
Ne yazık ki, mevsimsel sıcaklar, tatil sezonu, çalışanların dinlenme, işsizlerin tatil sonrası iş bulma umutlarının güçlenmesi gereken bir dönem, belirsizliklerle dolu hızla tükeniyor. Keşke, Ada vapurunda çayını yudumlarken martılara "Güzel günler, bizi bekler..." diye seslenen ünlü şair Orhan Veli yanılmış olmasa. Ve yıllardır her olumsuzluğun ardından kullandığımız, bugün bir siyasi partinin sloganı haline gelen "her şey çok güzel olacak" sözünü gözaltı tutuklanma korkusu olmadan hep bir ağızdan söyleyebilsek. Gelen günlerin giden günden daha güzel olması umudunu yitirmeden, gelin hep birlikte iyiliği temsil eden "Beyazı" destekleyelim yaşamak için "her şey çok güzel olsun/olacak..." diyerek.
(Tuna BÜYÜKŞAHİN)
Yorumlar
Kalan Karakter: