"Bu yaz çok sıcak geçecek" beklentisinin, dünya da ve ülkemizde öylesine söylenmiş bir söz olmadığını, hem genel hem kişisel olarak hissedip yaşayarak görüyoruz. Hep birlikte konuşuyoruz. Milyonlar konuşuyor. Çok klasik bir tanım vardı, "Sessiz yığınlar." Özellikle siyasi iktidarlara yönelik kullanılan "Sessiz yığınlar konuşursa" uyarısı ile bütünleşen bu tanımın ağırlığı gücü olmadığını da bu doğa da ve siyaset sahnesinde yükselen alevleri gördükçe anlıyoruz.
TV'lerde, hep aynı cümleler, aynı kelimeler, ya sopa ya parmak sallayan siyasetçiler gazeteciler ve konu da uzman yüzler isimler. Saatlerce gün boyu konuşuyor. Aslında, şunu sormak ve cevabını aramak zorundayız. Konuşmak sorunları anlaşılır yapmıyor, aksine aynı konu da bulunduğu parti mensubu olduğu gazete TV ne derse onu söyleyip yazanlar sorunları da çözümü de imkansıza sürüklüyor. Çünkü; Ne kadar çok kelime kullanırsak kullanalım, kimse karşısında ki kişiyi dinlemiyor, konuşan meydana boşluğa bağırıyor. Özellikle siyasi parti liderlerinin grup toplantılarına, mitinglerine hatta basın toplantılarına bakın. Büyük bölümü aynı yüz ve orada bulunma nedeni "alkışlamak' ezberletilmiş "sloganı" atmak olan gruplar, ne söylendiğini duymuyor bile. Çokça tanık oluyoruz, siyasi lider ya da milletvekili "Yok yok öyle değil, durum bı dinleyin" diye müdahale etmek zorunda kalıyor. Yani, insanlar, farklı baksalar da yaşadıkları sorunun aynı olduğunu anlamak istemiyor. Buna, çağın en büyük yalnızlığı demek haksızlık olur mu ? Sanmıyorum. Çünkü, İnsanlar bir arada, aynı havayı soluyor, ama birbirine dokunmadan konuşuyor. Dokunmak derken fiziksel bir dokunmadan söz etmiyorum, insanlar birbirinin beynine vicdanına dokunmuyor, bedenler yan yana ama düşünceler farklı yerlerde. Neredeyse ticari bir sektör olan
“konuşma” kursları yerine “dinleme, anlama, tartışma, doğruyu arama" kursları açmak çözüm olur mu? denemek gerekmez mi? Hatta kursa bile gerek yok, hepimiz kendimizden başlamalıyız, dinleyip anlayıp tartışmayı öğrenmeye. Bir sohbetin ortasında geri çekilip sadece dinlemek, vereceğimiz cevabı planlamadan, cevap verme zorunluluğu hissetmeden, sadece anlamaya çalışarak dinlemek, çözümsüz gibi görünen çok sayıda sorun için bir yol gösterici olmaz mı? Hani, "aaa, o gazete değil mi? Ha şu yazar değil mi ? At gitsin, okuma" diyen olmak yerine, "Ne diyor?" demek, okumak dinlemek, dünyayı ülkemizi anlamayı, "benim liderim, benim başkanım ne derse doğrudur" yanlışı ve saplantısından kurtarmaz mı insanı?
Dünya da Bestseller olan Mario Puzzo'nun The Godfather - Baba - romanını okuyup, gişe rekorları kıran, sinema tarihinin en kült yapımlarından biri olan "BABA" yi izleyenler, Corleone ailesinin özelliğinin sadakat ve babaya biat olduğunu, Baba ne karar verirse, ne yaparsa, ne derse, sorgulamadan kabul edilip yapılması, yani koşulsuz gözlerimi kapatır görevimi yaparım anlayışı vurgulanır.
Bu anlayış, günümüzde de, siyasi partilerde lider, Cemaatlerde şeyhin sözü sorgulanmaz. Ne yazık ki, sormadan, sorgulamadan biat edenlerin kazandığı bir süreçten geçiyoruz yıllardır. Çünkü düşünmeyin, konuşmayın, tartışmayın, kabullenip uyum gösterin öğretisi özellikle ana okulunda ki çocuklardan, üniversite gençliğine kısaca yediden yetmişe herkese aşılanıyor. Yani, BABA romanı ve filminde olduğu gibi, ailenin çıkarı ya da cemaatin bekası uğruna her şey mübahtır, buna itiraz edenler ise dışlanıp hatta cezalandırılıyor.
Madem, ünlü bir eserden örneklerle bakmaya çalışıyoruz günümüze devam edelim. Baba, Corleone’nin oğlu Michael, stratejik düşünme yeteneği, kriz yönetimi, zekasını ailenin diğer bireylerinden farklı kullanarak aileyi yönetmeye başladığı an, aileden biri olmamasına karşın, tüm işlerini danışmanı Tom Hagen’e bırakıyor. Gücü ve koltuğu sadece soyadına değil, liyakate teslim ediyor. Çünkü sadakat değerli olsa da, liyakat olmadan işe yaramadığını, sistemin çökecegini, biat kültürünün uzun vadede yozlaşma ve çürümeyi kaçınılmaz kıldığını öğrenmiştir.
Filmi bir kez daha izlerken, dinlemenin pasif bir eylem değil, büyük cesaret isteyen, karşında bulunan, yanında olan, ardından yürüyen kitlelerle bağ kurmayı, yargılamadan anlamak, bazen kendi haklılığından vazgeçmeyi gerektirdiğini bir kez daha anladım. Ne dersiniz, dünya ve ülkemiz, halkı milyonları sonuna kadar dinleyen, anlayan, yanlışını görenlerin, bu yanlıştan dönenlerle güzelleşmezmi?
Unutmayalım; ister bireysel, ister genel, her yenilik korkutur, ancak, değişimden kaçmak değil, ona uyum sağlamak geleceğimizi şekillendirir. Çünkü, sorun değişimi engellemek değil, kendine yeni yollar açabilmektir.
Yorumlar
Kalan Karakter: