Her gün, yeni bir olaya, yeni bir uygulamaya uyanıp, gün boyu bunun artçılarını izleyip, günlük yaşamımızda olumlu olumsuz etkilerini hissederek yarın ne olacak diye tamamlıyoruz günü günleri. Çocuk, genç, kadın, erkek, esnaf, memur, emekli, işi olan, işsizlerin farklı şekilde hissettiği olumsuzlukların olumluları görünmez kıldığını vurgulamak gerekiyor.
Öyle bir dönemden geçiyoruz ki, herkes her şeyi biliyor, kimse konuşmuyor. Konuşan susturuluyor. İstenen, bil yaşa hisset ama bunun bir tür açık sır olduğunu unutma. Gücü izle, gücün izin verdiği kadarını bil, sorma sorgulama kabullen.
Bunu sağlamak içinde iktidar elinde ki tüm gücü, yani kurum kuruluşları ve enstrümanları kullanıyor. Adalet Bakanı günde en az bir kez "Biz bir hukuk devletiyiz" diyor. Bu söylemin "hukuku yargıyı tartışmaya devam edin" demek olduğunun farkında bile değil. Diyanet İşleri Başkanı, "Yoksullar cennetin 7. katında olacak, bizler onları kıskanacağız" diyebiliyor, lüks tatilin dinimizce caiz olmadığını söylüyor. Ancak, kızı sosyal medya da çocuklarının gezdiği ülkelerden fotoğraflar paylaşıp, evden çıkarken unuttuğu lüks arabasının anahtarına şiirler yazıyor. Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün. Sosyal medyayı, iktidarın gözü kulağı sesi olan yazılı ve görsel medyayı izleyen herkes, iktidarın en büyük rakibinin Ana muhalefet partisi CHP ve diğer muhalif partiler degil, liyakat gözetmeksizin yapılan üst düzey atamalar olduğunu görüyor. Atanmışların, profesyonel siyasetçilere rahmet okutacak kadar "siyasetin göbeğinde olduğunu ise sadece iktidar görmüyor, kontrol edemiyor ya da kamuoyunu sokakları güncel yaşamın gerçeklerinden uzak tutmak için görmez ve duymazlıktan geliyor.
23 yıldır ülkeyi yöneten AKP iktidarı döneminde, onlarca bakanı yüzlerce bürokratı koltuğundan edecek, demokratik ülkelerde ender yaşanan, yaşandığı an da en tepeden aşağıya sorumlu olanların bedel ödeyeceği, okuyup unutup "bundan kötüsü ne olacak?" denilen gelişme/uygulamaları hatırlamak yeterli değil mi?
Örneğin, kendi ve eşinin şirketinden bakanlığa dezenfektan satan bakan ne oldu? Kocaman bir hiç. Görevden alındı, yaptığı usulsüzlük soruşturuldu mu? Hayır.
Peki, Ankara'yı parsel parsel sattığı iktidar partisinin kurucusu, eski TBMM Başkanı tarafından açıklanan Belediye Başkanı ne oldu? Hakkında ki onlarca soruşturma dosyası neden unutuldu, oğlu milletvekili yapılarak neden ödüllendirildi.
"Metal yorgunluk!" denilerek görevlerinden alınan iktidar mensubu belediye başkanlarının "yorgunluk...! Nedenini merak eden bir Cumhuriyet Savcısı oldu mu? Buna da "Hayır" demek halka yanıltıcı bilgi vermek suçuna girmez değil mi?
Ve sin haftanın en büyük skandalı. Sahte diploma, belge, imza ile bürokrasiyi aşıp değil bürokrasi de köşe başlarını tutan sahte diplomalılar ne oldu. Ne olacak? Bu sorunun doğal cevabı da kocaman bir hiç. Neden mi? Sahte belge diploma olayını soruşturmakla görevli BTK başkanı, skandal patlayınca yıllardır CV sinde bulunan on diplomadan dördünü sildi yok etti. Neden sildin diyen oldu mu?
Eşi ile özel üniversite sahibi olan iktidar ortağı Parti'nin vekili de CV'sinde ki diplomayı, okuduğunu öne sürdüğü okul ismini sildi. Kendi partisinden bir kişi bile "Ne oluyor?" dedi mi? Buna da rahatlıkla hayır diyebiliriz.
Bu tür örnekleri yazmak, gazetenin bir kaç sayfasını doldurmak olur (ki, iktidar ve iktidarin her yaptığına gözü kapalı evet diyen, onaylayanlar için devede kulak misali "olmuşsa bir nedeni vardır" ) diyerek okunup ya da okunmadan unutulacak sorgulanmayacak bir kağıt, kalem, kelime israfı olur. Yanlış anlaşılmamalı yazmayalım, konuşmayalım değil, aksine yazalım konuşalım sorgulayalım. Çünkü; gerçeğe ulaşmak doğruyu bulana kadar araştırıp sorgulamadan geçer. Suskunluk, sorgulamadan "Yalan" diye ekranda bağırıp sosyal medya da yalan diye yazmak ortada bir suç, usulsüzlük, yolsuzluk varsa ortak olmak, suçu, suçluyu gizlemektir.
Yasal çerçeve, mesleki etik yemin, meslek onurunun bir kurum kuruluş veya CV deki isim olması, o ismin görevin kapsama alanında olması gereken gerçeği insani sorumluluğu yok etmemeli. Sahte diplomaların ortaya saçılması, iktidara var olduğu söylenen toplumsal güvenin yok edilmesidir. Bu anlamda, iktidar temsilcileri ve sözcülerinin "biz zaten soruşturuyorduk" sözleri de inandırıcılıktan uzak. Devletin tüm organları birimleri elinde olan iktidar, muhalefet tarafından açıklanana kadar bu büyük sahtekârlığı aylar hatta yıllar önce neden kamuoyu ile paylaşıp, suçluları yargıya teslim etmedi sorusu da binler milyonlar tarafından soruluyorsa, suç soranlarda mı? Kara delik patlayana kadar susanlarda mı?
İşte burada ortaya çıkan net gerçek; Sahte belge, bilgi, yetkilerin sessizce satılması, bu satışın alıcılarıyla satıcılarının ortak bir amaçta buluşmaları. Bir tarafta unvanını, nakde çevirenler, diğer tarafta yetkinliği kâğıttan ibaret olanlar. İkisini de ayakta tutan şey ise o sır. 23 yıllık yorgun yıpranmış, kendi içinde ortaklarının "Erdoğan giderse biz de gideriz, yok oluruz" sırrı. Sır diyorum çünkü bunu bilenler, milyonların bilmediğini düşünüyor. Yani, havada uçuşan sahte diploma belge kimlik CV'ler gibi sahte bir sır. Bilinen bir gerçek vardır, bazı sırlar kulaktan kulağa fısıldanır, yazılır; herkes görür okur, duyar, ama kimse okumamış duymamış gibi yapar. Bu da devlet sırrı, milli güvenlik sorunu gibi ülke bütünlüğü, toplumsal barış hassasiyeti üzerine kurulan, iktidarın yorgunluğu, kurulan sistemin işlevini yitirdiği, ömrünü tamamladığını göstermemek için kullanılan "kol kırılır yen içinde kalır" sırrı da gerçekleri gizlemeye, topluma ulaşmasına engel olamıyor. Milyonların, sokağın böyle düşünmesinin nedeni de, sahte belge, bilgi, kimlik, CV'lerde yer alan unvan sahiplerine ilişkin haberlere anında "Erişim engeli" getirilmesi. Kısaca, ekmeğe, eğitime, işe, gerçeğe ulaşmak istemenin suç olduğu bir dönemden geçiyoruz. Ama bir gerçek var ki; iktidar ne yaparsa yapsın "Mızrak artık çuvala sığmıyor...'
(Tuna BÜYÜKŞAHİN)
Yorumlar
Kalan Karakter: