Ağustos ayını da arkamızda bıraktık. Ne yazık ki, artık kronikleşen sorunları arkamızda bırakmadık, derinleşen sorunlara yeni sorunlar ekleneceği, üzerine şiirler yazılan "Gel" diye davet edilen Eylül ve sonrası aylara geçiş yaptık.
Her ayın, her mevsimin, her günün kendine özgü koşulları olduğu gibi, bir önceki aydan, aylardan, yıllardan birikmiş adeta "Çözümsüzlüğe" mahkûm edilen sorunları taşıma yükünü devralmak gibi de bir şanssızlığı da var...!
Gelin, bir kez daha hatırlayalım. Bürokrasi de liyakat tartışması, adalet ve hukukun sürekli tartışılması, her gün "bu da mı oldu?" diye sorduğumuz gelişmeler. Devletin güvencesi altında olması Anayasa gereği olan, her bireyin yaşama, düşünme, haklarının "Yok" sayılması. Yine, Anayasa ile güvence altına alınmış, devlette var olan bireysel bilgilerin elden ele dolaşması, dolandırıcılık dahil, tehdit şantaj aracı olarak kullanılması. Yeni egitim- öğretim yılı başlarken, çalınan sınav soruları, para ile alınan diplomalar, kimlik, ehliyetler, ne acı ki, vefat etmiş insanların kullanılan kimlikleri. Bilmiyoruz, belki de bizim, yakınlarımızın, yanı başımızda ki arkadaşımızın kimlikleri de farklı ve kötü amaçlı olarak kullanılıyor. İnsanın dili varmıyor ama, arkadaşımızın kimliği sahte mi diye soracak duruma geldiğimiz bir süreç de Eylül ve sonrası aylara devredildi.
Hukuk ve adaletin çokça tartışıldığı aylarda tüm yükünü gelen aya devretti. Ana muhalefet partisi hakkında kurultay, il kongresi, İBB başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında açılan, hapis, siyasi yasak isteği içeren, aylardır sürdürülen soruşturmaların iddianameleri hazırlandı, Eylül ayı içinde duruşmalar yapılacak. Karar çıkar çıkmaz belirsizliği gündemin önemli bir maddesi.
Neredeyse normalleşen, kadına şiddet, çocuklara taciz, sokaklar da patlayan silahları ise yazıp konuşmak bile 2025 yılının son 4 ayında yaşayacaklarımızın öncüsü gibi.
Peki, bizler ne yapıyoruz. Bu sorunun cevabını izlenen iktidar ya da muhalif TV kanallarında ( tabii RTÜK sopası izin verirse...!) görüyoruz. Sürekli bir konusma, çoğu kez aynı cümleler, aynı kelimeler sorunları çözüm yerine çözümsüzlük sürecine sürüklüyor. Çünkü; sorunlara yeni yaşamsal sorunlar ekleniyor. "Çok konuşmak değil artık icraat” istiyoruz" diyen çoğunluk yerine, toplum da karşılığı giderek azalan iktidarın, "konuşalım konuşalım, ama Ben ne dersem o" dayatması. Adeta, “Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok” diyenlerle “Amerika’yı hiç keşfetmemiş gibiyiz” diyenlerin monoloğu tüm hızıyla sürüyor.
Aslında, "demokrasiyi çok konuşmak" olarak düşünenlerle, "boş söz bunlar, güç bende" diyenlerin kavgası bu. Evet, bizlerde artık, bu kavganın seyircisi gibi davranmak yerine "demokrasilerde konuşma, sorgulama, hak arama çok konuşmak değil" diyebilmeliyiz. CHP'nin 51'incisi Sinop'ta gerçekleşen mitingini de böyle görmek gerekir. Sayısı iki üçü geçmeyen, özgür ve özgün medyanın üzerinde sallanan RTÜK sopasına rağmen sesini duyurmaya çalıştığı muhalefetin, topluma sorunları anlatmak istemesine "konuşma sus artık" demek büyük bir yanılgı, hatırlatmakta yarar var, muhalefetin TBMM de sokakta iktidarı denetleme sorgulama hakkı da Anayasa ile güvence altına alınmıştır. Tıpkı, halkın iradesi ile sandıktan çıkacak sonuç gibi. Yani, halkın konuşacağı sandık gelsin diyene, ekranlardan "boş konuşma" demek "konuşma hakkı" ise, buna itiraz etmede hak olmalı.
Artık, bunu hiç kimse inkar edemez etmemeli, toplumun, iktidardan da muhalefetten de beklentisi sorunlar için somut adımlar atılması. Bu noktada İktidarın en önemli görevi de, seçim dahil atılacak her adım için, sağlam, Anayasal kuralların tavizsiz, tarafsız uygulandığı ortamı hazırlamaktır. Bu ortam, iktidar gücü ile muhalefet için daraltıldiğı zaman en korkulan, istenmeyen kaos ortamı doğar ki, bu da toplumsal barışın bozulmasının ana nedenlerinden biri olur.
İçte ve sınırlarımız ötesinde yaşanan, ancak bizi ülkemizi, insanlığı, dünya barışını tehdit eden sorunları Eylül'e devrederek giden Ağustos ayının son haftasında yine tartışmalar eşliğinde kutladığımız Zafer Bayramımızın mimari
Türkiye Cumhuriyeti’mizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözünün tam da böyle zamanlar için söylendiğini vurgulamak hatırlatmak gerekiyor bir kez daha. Artık, yarınları görmek, geleceği okumak, bir adım sonrasını planlamak için daha, toplum olarak ne görmemiz, daha ne yaşamamız, daha ne bilmemiz , ne olmamız gerekiyor?..
(Tuna BÜYÜKŞAHİN)
Yorumlar
Kalan Karakter: